İçinde s olan 4 harfli 332 kelime var. İçerisinde S harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında s harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu s harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- OSLO
- ...
- SATI
-
-
[isim]
Satma işi, satış
-
[sıfat]
Adanmış
-
[isim]
Satma işi, satış
- ARSA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Üzerine yapı yapılmak için ayrılmış yer
-
[isim]
Üzerine yapı yapılmak için ayrılmış yer
- SADE
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[sıfat]
Süsü, gösterişi olmayan, yalın, gösterişsiz
- "İki ufak çocuk konuşarak gidiyor; hâlleri o kadar sade, o kadar sevimli ki imrenmemek mümkün değil." (Memduh Şevket Esendal)
-
Şeker katılmamış (kahve)
- "Sade kahve."
-
[zarf]
(sa:'de) Yalnızca, yalnız, ancak, sadece
- "Hem düşünmeli ki insan kısmı sade para ile doymaz." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Yalın, süssüz, anlaşılır olan (üslup, anlatım)
- "Lirik şiir en halis şairlerin elinde gayet sadedir." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
[sıfat]
Süsü, gösterişi olmayan, yalın, gösterişsiz
- SULP
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Bel kemiği, omurga
- "Yarım asır evvel göç etmiş Çekoslovak Yahudisi bir babanın sulbünden geliyordu." (Haldun Taner)
-
Döl, nesil, zürriyet
-
[sıfat]
Katı
-
[isim]
Bel kemiği, omurga
- ESEF
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Üzüntü, kaygı, tasa
- "Ötekilerin yüzünde, onunki gibi esefle karışmamış, bambaşka bir öfke vardı." (Tarık Buğra)
-
Acınma, üzülme
-
Yerinme
-
[isim]
Üzüntü, kaygı, tasa
- SIĞA
-
-
[isim]
Kapasite
-
[isim]
Kapasite
- SPİN
- ...
- CİPS
-
Kelime Kökeni : İngilizce
-
[isim]
İnce, yuvarlak kesilerek kızartılmış patates
-
[isim]
İnce, yuvarlak kesilerek kızartılmış patates
- SERT
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[sıfat]
Çizilmesi, kırılması, buruşması, kesilmesi veya çiğnenmesi güç olan, pek, katı, yumuşak karşıtı
- "Sert tahta."
-
Esnekliği az olan, kolayca eğilip bükülmeyen
- "Tabakanın sert yaylı kapağını tak diye kapatıyor." (Tarık Buğra)
-
Kolay dayanılmayan, zor katlanılan, etkili, yumuşak karşıtı
- "Sert iklim. Sert hava."
-
Güçlü kuvvetli
- "Kapıyı kapadı, döndü, sert adımlarla ilerledi." (Memduh Şevket Esendal)
-
Sarsıcı niteliği olan, çarpıcı, keskin, hafif karşıtı
- "Sert şarap. Sert tütün."
-
Bağışlaması, hoşgörüsü olmayan
- "Birçokları beni dik ve sert olduğum için belki sevmiyorlardı." (Memduh Şevket Esendal)
-
Gönül kırıcı, katı, ters
- "... sarardı, dudakları titredi ama adam sert bir davranışla kadehi kadının eline tutuşturdu." (Halide Edip Adıvar)
-
Hırçın, öfkeli, hiddetli, gönül kırıcı
- "Sert ses."
- "Zaten Atatürk'ün ne vakit öfkesine kapılarak herhangi bir kimseye karşı herhangi bir sert harekette bulunduğunu kim hatırlar?" (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Titizlikle uygulanan, sıkı
- "Sert bir yönetim."
-
Ötümsüz
-
[sıfat]
Çizilmesi, kırılması, buruşması, kesilmesi veya çiğnenmesi güç olan, pek, katı, yumuşak karşıtı
- SAVA
-
-
[isim]
Haber
-
Muştu
-
[isim]
Haber
- ASKI
-
-
[isim]
Üzerine herhangi bir şey asmaya yarar nesne
- "Giysi askısı."
-
Pantolon veya giysilerin düşmesini önlemek için omuzdan aşırılan bağ
-
Artırma, eksiltme vb. resmî iş ilanlarının ilgili daire duvarında belli bir zaman süresince asılı durması
-
Hastanelerde kırık kol veya bacakların asılarak tutturulduğu araç
-
Çay, kahve taşımaya yarar kahveci tepsisi, fener
-
Saklanmak için tavana asılmış dizi veya hevenk
- "Üzüm askısı. Ayva askısı."
-
Yeni yapılan yapıların çatısına, ev sahibi tarafından usta için veya düğün arabalarına düğün sahibi tarafından arabacı için armağan olarak asılan kumaş
-
Gelinin oturacağı yerin üstüne asılan süsler
- "Askı ... kalpakçılar başındaki hususi dükkânlardan ariyet kaldırılan ve düğün odasının münasip bir köşesine kurulan bir nevi dekor." (Refik Halit Karay)
-
Kadınların kullandığı altın dizisi veya zincirli mücevherat
-
Düğünlerde geline yakınları tarafından takılan hediye
-
İpek böceğinin kozasını sarması için yanına konulan çalı çırpı
-
Saz şairleri arasında yapılan deyiş yarışında üstün gelene verilmek için duvara asılan kumaş, tabanca vb. ödül
-
[isim]
Üzerine herhangi bir şey asmaya yarar nesne
- ESİN
-
-
[isim]
Etkilenme, çağrışım veya içe doğmayla akla gelen yaratıcı duygu, düşünce, ilham
- "Mitoloji, sanat ve edebiyat eserlerine esin kaynağı olan bir alanı yakınımıza getirir." (Haldun Taner)
-
Sabah yeli
-
[isim]
Etkilenme, çağrışım veya içe doğmayla akla gelen yaratıcı duygu, düşünce, ilham
- ÜSTE
-
-
[zarf]
Fazladan, ayrıca
- "Üste çok şeyler vererek çalışmaya hazırdır." (Tarık Buğra)
- "Evvel Allah, sen bu işin üstesinden gelirsin." (Necati Cumalı)
-
[zarf]
Fazladan, ayrıca
- ASIL
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Bir şeyin kendisi, örnek, kopya karşıtı
- "Bir belgenin aslı."
- "Söylenenlerin aslı çıkarsa güç duruma düşecek."
- "Ömrü savaş içinde geçer insanın, aslına bakarsan, ekmeğini topraktan çıkarmak için." (Azra Erhat)
-
Kök, köken, kaynak
- "Yazının aslı resimdir."
-
Gerçeklik
- "Bu haberin aslı yok."
-
Soy, nesep
- "İnsan dedi, aslını unutmamalıdır." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[sıfat]
Gerçek, esas, hakikat
- "Genç kızın bıraktığı mektup asıl sebebi meydana çıkarmıştı." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[sıfat]
Bir şeyin temelini oluşturan, ana
-
[sıfat]
Aranılan nitelikleri en çok kendinde toplamış olan
- "Asıl sanat budur."
-
[sıfat]
Bir görevde sürekli bulunan, yedek karşıtı
- "Asıl jüri üyesi toplantıya gelmediğinden yedek üye çağrıldı."
-
(a'sıl) Gerçekten, gerçek olarak
- "İşin asıl tuhaf tarafı. Kabahat asıl bundadır."
-
[isim]
Bir şeyin kendisi, örnek, kopya karşıtı
- ISIN
-
-
[isim]
Kalori
-
[isim]
Kalori
- SIRT
-
-
[isim]
Omurgalı veya omurgasız hayvanlarda boyundan kuyruk sokumuna kadar uzanan üst bölüm
- "Arabacı katırın sırtına binmiş." (Falih Rıfkı Atay)
- "Anladım ki hayat savaşının birinci büyük dönümünde Ayşe'nin sırtı yere gelmişti." (Halide Edip Adıvar)
- "Pardösüyü sırtıma geçirdim." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Çelişki içinde konuşur ve sırtında yumurta küfesi olmadığından dün ak dediğine bugün rahatlıkla kara diyebilir." (Haldun Taner)
-
İnsanlarda boyundan bele kadar uzanan üst bölüm, göğüs karşıtı
- "Batı âlemi Türkiye'den vazgeçemez, bizi yalnız bırakamaz, askerî ihtiyaçlarımıza sırt çeviremez..." (Talât Halman)
- "Sırtına bir şey almadan sokağa fırladı."
-
Kesici araçların kesmeyen kenarı
- "Bıçağın sırtı."
-
Dağların veya tepelerin üst bölümü
- "Beşiktaş sırtları pırıl pırıl, aradaki boğaz parçası masmaviydi." (Orhan Veli Kanık)
-
İnsanın üstü
- "Ona ikinci rastlayışımda sırtında bir pardösü vardı." (Haldun Taner)
-
Bir şeyin üstü, üst bölümü
-
Dikilmiş veya ciltlenmiş kitaplarda dikişin bulunduğu bölüm
-
[isim]
Omurgalı veya omurgasız hayvanlarda boyundan kuyruk sokumuna kadar uzanan üst bölüm
- PESO
-
Kelime Kökeni : İspanyolca
-
[isim]
Birçok Güney Amerika devletinde kullanılan para birimi
-
[isim]
Birçok Güney Amerika devletinde kullanılan para birimi
- SAKA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Evlere, çeşmeden su taşımayı iş edinmiş olan kimse
-
Kırsal bölgelerde sulama işlerini düzenleyen ve denetleyen kimse
-
[isim]
Evlere, çeşmeden su taşımayı iş edinmiş olan kimse
- ŞEMS
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Güneş
-
[isim]
Güneş